Kelimeler yeter mi?
Kelimeler yeter mi?
Söyleyeceklerimin biriktiği bir gecenin ufkundayım. Konuşmayı, bir şeyler anlatmayı çok sevdiğimi herkes bilir ancak yazarak derdimi daha iyi anlattığımı, kelimelerin yürekten taşmış olan dostlarım olduğuna inanırım.
Gündüz düştüğüm dünya telaşının ardından beni en iyi anlattığına mahşerde bile şahitlik edeceğim dostlarım olan kelimeleri gecenin bir vakti ayağa dikiyorum. Geceleri uyumayıp dertlerimle, hayallerimle kelimeleri de uyutmadığımdan dolayı bazen kelimelerin de bana kızdığını düşünmüyor değilim. Hayatın içerisinde de öyle değil midir? Bazı kimselere günlerce anlatamadığımız şeyleri dost dediklerimiz bazen bir bakış, bazen bir tebessüm ile anlar. Her tebessümün bile ayrı bir anlamı vardır. Sen kendini anlatamazsın ama bir bakışınla seni anlayan dostun çok güzel anlatır. Bende kendimi anlatamadığım veya nasıl anlatacağımı bilmediğim konularda, çoğunlukla da acemisi olduğum meselelerde aziz ve kadim dostum olan kelimelere başvururum.
Bugünde uzun süredir vefasızlık ettiğim kelimeleri tozlandığı raflardan, ıslanmış topraktan, katılaşmış kalplerden, yıkılmış gönül enkazlarından kurtararak yanımda Orhun abidelerinden feyz almış bir dik duruşa davet ediyorum. Uzun süredir aramıza dağlar, denizler girmiş gibi uzak halimizin vuslat olma vakti geldi. Derdi olan insanlar en çok kelimelere ihtiyaç duyar. Bende kelimelere en çok ihtiyaç duyduğumuz bir çağın ortasında olduğumuza inanıyorum. Kelimelerinde gücünün yetmediği yerler de olur belki ama daha iyi bir silahım olduğunu da maalesef düşünmüyorum. Cengiz Aytmatov’un çok sevdiğim bir ifadesi vardır. Kelimelerin gücünü anlatsa da dünyaya nam salmış kalemine rağmen anlatırken eksik bir şeyler olduğunu ;“İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez.” şeklinde ifade eder. Bende bu ifade karşısında biraz umutsuzluğa kapılsam da mücadele kararlılığını elden bırakmadan şansımı deneyeceğim. Kusursuz bir nakış gibi vatan sevgisini kelimelere işleyen Merhum Mehmet Akif gibi derdi anlatmak gerekir. Merhum Akif bu konuda biraz şanslı çokça da yetenekli olacak ki bugün bile saygı duruşunda okunan İstiklal Marşı kalplerde tekbir getiren Kahraman Ordumuzun sesini duyuruyor. “Merhum Akif’e rahmet ve selam ederken rabbim bizlere de vatan sevgisini anlatmayı ve bu kadar derin hissettirmeyi nasip etsin.” duasını da not olarak düşüyorum.
Peki Merhum Hüseyin Nihal Atsız’a ne demek lazım. Birçok şiirini ezbere bildiğim, Türk Gençliğinin sevdasını anlatamadığı her durumda, öyle tahmin ediyorum ki yazılışı 1930’lu yıllara tekabül eden Geri Gelen Mektup şiirine başvurur. Şiirin “Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın, / Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın, / Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; / Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!” dizleri bir gönle girecek bütün kelimeleri bağrında taşıyor. Kim bilir kaç Türk genci bu şiiri bir mektuba yazdı ama merhumunki gibi geri gelen mektup olmadı. Merhum Atsız bu şiiri gönül hazinesinden damıttığı mücevherlerle işleyip bir mektup yaptı ancak bu şiir sadece merhum Atsızın gönül muradına katkı sunmadı. Geri Gelen Mektup şiiri ile derdini anlatamamış tek kişi belki de Hüseyin Nihal Atsızdır. Bazen, ya kelimeler yetmiyor ya da kelimeler herkes için aynı anlamları taşımıyor. Kelimenin ne anlattığından, kime dert anlattığından ziyade kimin anlattığı da ulaşacağı yer açısından önem arz ediyor. İnsan bazı kelimeleri bazı kişilerden duymak ister.
Merhum Abdurrahim Karakoç ise edebiyatı nahifliğin bir başka boyutuna çıkarmıştır. Dilden dile destan gibi dolaşan Mihriban sevdasını mektup bile yapamamış. Bunu da şöyle ifade eder; “O bana mektup yazardı, ben ona yazamazdım. Elin kızının evine mektup mu gönderilir, ayıptır. Yaşadığı şehir de bir gazete çıkardı, ben o gazeteye şiirler yazardım. Herkes şiir diye okurdu ama, Mihriban bilirdi ki kendine mektuptur onlar.” Gönülleri titretecek sevdanın şahidi olarak zaman mefhumu gözetmeksizin bizi bile yazmışlardır. Bizde kelimeleri şahit etmek için elimize bir kalem birde gönlünüz kadar temiz bir kâğıt alıyoruz.
Konu konuyu açıyor anlatacaklarımızın çok olması hasebiyle kelimelere davetimiz de neticesiz kalmıyor. Gecenin bu vaktinde onlarca kelime hatta merhum Akif’in, Atsız’ın, Karakoç’un, Aytmatov’un ruhaniyetleri de anılmak suretiyle bizi yalnız bırakmadı. Bize de bu ruhaniyetlere saygı duyup, gönül muradımızı dökecek, istikbalde hoş bir sohbete konu olabilecek birkaç mevzuyu anlatmak düşer. Bugünkü konudan konuya Bozkırdaki yılkı atları gibi koşan kelimelerimiz girizgâh kabul edilerek diyeceklerimiz açısından takdim olarak nitelendirilmesinde ve selamımızın ulaşmasında fayda vardır. Bundan sonraki süreçte kelime dostlarımızın hazinelerinden faydalanarak yukarıda bahsettiğim dar boğazlardan kelimeleri kurtarıp bir kelime birliğine sürgün edilerek dilimizin döndüğü, kalemimizin yazdığı, gönlümüzün el verdiği kadarıyla hasreti vuslat edip buluşacağız. Bizde merhum gibi kimseye mektup yazmadan gönül mahallelerine gazetemizi ulaştırabilirsek amaç hasıl olmuş demektir.
Yüce yaratan Duha Suresinde “Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?” şeklinde buyurmuştur. Kalemimize de yol çizip gönül yolunu da onun göstermesini dileyerek selam ederim.
Malatya HABERİ
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.